9 Aralık 2009 Çarşamba

Hikaye


Olmuş veya olması mümkün olayların çoğunlukla kişi, yer ve zaman unsurlarına bağlı olarak anlatıldığı olay eksenli kısa edebi ürünlerdir Önemli farklılıkları olmakla birlikte "küçük roman" şeklinde de tanımlanabilir. Millî kültürümüzün önemli eserlerinden "Dede Korkut Hikâyeleri", "destanlar" ve "halk masalları" nı saymazsak, Batılı tarzda ilk hikâyeler, Tanzimat Edebiyatı döneminde görülür.


İlk hikâye kitabı, Emin Nihat'ın "Müsameretnâme" adlı eseridir. Bu kitapta toplanan hikâyelerin kuruluşu, işlenişi "Binbir Gece Masalları" na benzer.

19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse DAUDET (1840-1897) ve Guy de MAUPASSANT (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle olgunluğa ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır. Fransız hikâyeciliği Guy de MAUPASSANT'ın izinden gelişmiştir. Amerika edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark TAWİN (1835-1910), O. HENRY (1862-1910) ve bunları takiben John STEİNBECK, Erskine CALDWEL Batılı ünlü hikâyecilerdendir.

Dünya hikâyeciliğinde iki hikâye biçimi hâkimdir. Bunlar:

1) Maupassant Biçimi : Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez.Analatıma çoğunlukla Hakim bakış açısı yön verir. Hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder(olay örgüsü). Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.

2) Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.Sezgisel ve soyut bir anlatım biçimi tercih edilir. Ele alınan konu kişinin iç dünyası olabileceği gibi hayatın bir kesiti de olabilir.

Çehov, hikâye anlayışını şöyle anlatır:

"Kaleme alınan konular, "sade" olmalı. Piyer Semenovi, Maira İvanovna ile nasıl evlendi gibi... Hem sonra, yok psikoloji tahlilleri, yok hikâye, yok bilmem ne imiş! Bunlar hep özenti... Hatırınıza ilk gelen başlığı koyun, kılı kırk yarmayın, tırnak, çizgi gibi işaretleri çok az kullanmaya bakın, gösteriştir bu. Benim işim anlatmaktır. Ancak, onu başarabilirim. "

Türk hikâyeleri, şu dört ana grupta değerlendirilir:

1) "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerinin düzenli olduğu hikâyeler. Ömer Seyfettin, Samet AĞAOĞLU, Haldun TANER, Oktay AKBAL, Mustafa KUTLU' nun hikâyeleri bu grup içindedir (Maupassant Biçimi)

2) İstanbul'da yaşayan insanların özel hayat ve özelliklerini veren hikâyeler. Hüseyin Rahmi GÜRPINAR, Ahmet Rasim, Osman Cemal KAYGILI, Sermet Muhtar ALUS'un hikâyeleri bu grup içindedir. (Maupassant Biçimi)

3) "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan hikâyeler. Memduh Şevket ESENDAL, Sait Faik ABASIYANIK, Tarık BUĞRA, Sevinç ÇOKUM gibi yazarlarımız bu gruptandır. (Kısmen, Çehov Biçimi)

4) Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler. Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955'ten sonra görüldü. Hikâyelerde, hiç bir toplum kaygısı görülmez. Aydın bunalımının nedenleri yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman "müstehcen"e kaçan konulara yer verilir. Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye kaydırılmıştır.

Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında ise; Yusuf ATILGAN, Demirtaş CEYHUN, Ferit EDGÜ ve Erdal ÖZ gelmektedir.

Açıklama-2
İlk Çağ Anadolu'sunda masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle Hindistan'da "Binbir Gece Masalları" sağlam bir hikaye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça'dan yapılan çevirilerle Avrupa'ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır.

Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio'dur. XVI. Yüzyılda yazdığı "Decameron" adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans'ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur.

Bizde, destanlar, halk hikâyeleri , ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyılda "Dede Korkut Hikâyeleri" ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.

XIX. yüzyılda Tanzimat'la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi "Letaif-i Rivayet ( söylene gelen güzel şeyler ) adlı eserini yazarak vermiş; "Kıssadan Hisse" ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade Sezai : "Küçük Şeyler" adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin'le kazanmıştır.

Tanımı : Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye diyoruz.

HİKÂYENİN UNSURLARI
1) Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur

2) Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.

3) Yer (mekân): Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.

4) Zaman : Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.

5) Dil ve Anlatım : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.

Anlatım ise: iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım "hikâyede birinci kişili anlatım" ; yazarın ağzından anlatılanlar "hikâyede üçüncü kişili anlatım"

HİKÂYEDE PLÂN:
Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:

1)Serim: Hikayenin giriş bölümüdür.Bu bölümde olayın geçtiği çevre , kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.

2)Düğüm: Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.

3)Çözüm:Hikayenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür.

Ancak bütün hikayelerde bu plân uygulanmaz , bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur .Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.

HİKÂYE ÇEŞİTLERİ
Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde , kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikaye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre;

1) Olay (Klasik Vak'a) Hikâyesi: Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için "Mopasan Tarzı Hikâye" de denir

Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin'dir..

Ayrıca bakınız >>> Maupassant Hikayeleri

2) Durum (Kesit) Hikâyesi: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.

Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için "Çehov Tarzı Hikâye" de denir.

Bizdeki en güçlü temsilcileri : Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra'dır.

3) Modern Hikâye: Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.

Hikâyede bir tür olarak 1920'lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Franz Kafka'dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner'dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.

Masal


Masal
Genellikle halkın yarattığı , ağızdan ağıza , kuşaktan kuşağa sürüp gelen ,çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikayelerine masal denir.
Masallar , meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken , yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur.Masal , anonim bir türdür.

Özellikleri
Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk- haksızlık- adalet- zulüm , alçakgönüllülük - kibir.. Gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç hayallerinden söz edilir.

Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir.

Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi ( -mişli geçmiş ) kullanılır.

Anlatım kısa ve yoğundur.

Masal kişileri her tabakadan seçilebilir.masallarda cinler , periler, devler gibi olağan dışı kahramanlar da rol alır.

Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.

Masalların çoğu " bir varmış, bir yokmuş ." ya da " evvel zaman içinde , kalbur saman içinde ." gibi ifadelerle başlar.Bunlara tekerleme ya da döşeme denir.tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir.Türk masallarında dilek bölümü " onlar ermiş muradına .. " ya da " gökten üç elma düştü ." gibi kalıplaşmış ifade tarzları ile başlar.


Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez. Çocuk edebiyatı ürünü olduğu için daha çok iyilik, doğruluk vb. evrensel değerlere yer verilir.


Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır.masallar bu yönüyle didaktik ( öğretici) bir nitelik taşır.


Günümüzde bellli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallar da yazılmaktadır.
Türk masalları üzerinde, bizde PERTEV NAİLİ BORATAV , EFLATUN CEM GÜNEY . gibi kişiler çalışmışlardır.


Masal türünün Hindistan'da doğduğu sanılmaktadır.

Masal Türünün Önemli Eserleri
Binbir Gece Masalları (Arap Edebiyatı)
Grimm Kardeşlerin Masalları( Alman Edebiyatı)
Andersen Masalları ( Danımarka Edebiyatı)
Perrault Masalları ( Fransız Ed.)

FABL



FABL

Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan küçücük kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır. Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fablların, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de kullanıldığı sanılmaktadır.

Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü... vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.Fablin de dört ögesi vardır; kişiler, olay, zaman, yer.

. Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır.Fablde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur.Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez. Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı görüşü paylaşır.

. Olay: Fablin konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay,kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablin gövdesini bir olay oluşturur, asıl önemli olan fablin anlatılış nedenidir. Buna "ders" denir. Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm, öğüt.

Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş hayvanlar veçevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.

Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir. Kısa ve sıkkonuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir

Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablin en kısa bölümüdür.

Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya bırakılır.

. Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir: Orman, göl kenarı,yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.

. Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır.

Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine'dir. Ezop'un fablları İ.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD'li James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır. Fablı ilk olarak yazanlar Hititlerdir. Hititler fablları taş tabletlere yazıp resimliyorlardı.
ÖZET
İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen bir çeşit masaldır.
. Teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur.
. En önemli bilinen kişileri Beydeba, Ezop ve La Fontaine'dir.
. Türkiye'de ise Ahmet Mithat Efendi ve Şinasi'dir..
. Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazarı Beydeba'ya aittir. Beydeba'nın fablları Kelile ve Dimne adlı bir eserde toplanmıştır.
. Türkçedeki ilk örneği 'Harname' (Şeyhi)dir.
. Fabllar manzum(şiir) veya nesir(düz yazı) biçiminde yazılabilirler.

Türk Dili'nin Tarihi Gelişim Evreleri


2. TÜRK DİLİNİN TARİHİ GELİŞİMİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİ
Bir dilin tarihsel gelişiminin bilimsel açıdan incelene­bilmesi için o dilde yazılmış metinlerin günümüze dek zarar görmeden gelmiş olması gerekir. Bu anlamda Türk dilinin metinlerle takip edilebilir tarihsel gelişimi­ni Orhun Abideleri'nin oluşturulduğu Köktürk Devleti döneminden başlatmak yanlış olmaz. Fakat Orhun Abideleri'nde kullanılan dilin son derece gelişmiş, sa­nat yapmaya ve edebi metin oluşturmaya elverişli ol­ması, aslında Türk dilinin tarihinin çok eskilere dayan­dığının göstergesi olarak kabul edilebilir. Gerek Türk­lere komşu kavimlerin oluşturdukları metinlerde ge­rekse de Orta Asya'da yapılan çeşitli arkeolojik kazı­larda bu varsayımı destekleyecek verilere ulaşılmış­tır.
Türk dilinin Köktürk Devleti'nin kuruluşundan önceki dönemini üç döneme ayırarak incelemek mümkündür. Bu dönemleri şöyle gösterebiliriz:
1. Altay Dil Birliği Dönemi (?-?)
2. Türk - Çuvaş - Moğol - Tunguz Dil Birliği
(Ön Türkçe, İlk Türkçe) Dönemi (MÖ birkaç bin yıllık dönem)
3. Ana Türkçe Dönemi (MS l-V. yüzyıllar arası)
Türk dilinin "Altay Dil Birliği Dönemi" ile "Türk - Çuvaş-Moğol - Tunguz Dil Birliği Dönemi"ne ait bilgiler, sade­ce dil karşılaştırmalarından ve bazı arkeolojik veriler­den elde edilen teorik bilgi ve tahminlere dayanmak­tadır.
MS I - V. yüzyıllar arasında uzanan "Ana Türkçe Dö­nemi" genellikle belirsizlikler içindedir. Ancak, bu dö­nemin esas itibariyle Hunlar ile ilgili bir dönem olduğu kesindir. Bilindiği gibi, Türk tarihi Hunlarla başlar. Hunların ilk ilişkileri Orta Asya'nın doğusundaki Altay kavimleri ve Çinlilerledir. Bu nedenle Türklerle ilgili ilk kayıtlar Çin kaynaklarında yer alır.
Hunların Orta Asya ve Avrupa tarihindeki büyük rolle­rine rağmen, elimizde Hun devrini içine alan AnaTürkçe dönemine ilişkin bilgiler yok denecek kadar azdır. Bildiklerimiz Çin kaynaklarında yer alan bazı sözcük, ad ve unvanlardan ibarettir.
Köktürk Devleti'nin kuruluşuyla birlikte Türkçe yeni bir döneme girmiştir. Yukarıdaki dönem sıralamasını de­vam ettirirsek bundan sonraki dönemleri de şöyle gösterebiliriz:
4. Eski Türkçe Dönemi (VI - XII. yüzyıllar arası)
5. Orta Türkçe Dönemi (XIII - XV. yüzyıllar arası)
6. Yeni Türkçe Dönemi (XV. yüzyıldan günümüze kadar devam eden dönem)
ESKİ TÜRKÇE
"Eski Türkçe", Türkçenin İslâmiyet öncesi dönemiyle İslamiyet'in kabulünün ilk zamanları arasında geçen dönemdir. Göktürk Devleti'nin kuruluşu (MS 552) ile başlayan bu dönemi kendi içinde şöyle inceleyebiliriz:
a. Köktürk Dönemi
b. Uygur Dönemi
c. Karahanlı Dönemi
Eski Türkçe Dönemi, artık Ana Türkçe döneminde ol­duğu gibi, yalnız belli isim ve unvanlar ile sınırlı bir dönem değildir. Düzenli ve bol metinleri bulunan bir dönemdir.
a. Köktürk Dönemi: Köktürk Döneminden kalan başlıca eserler Orhun Abideleri ile Yenisey Yazıtla­rıdır. Orhun Abideleri veya Köktürk Yazıtları adıy­la anılan dikili taşlar, bugünkü Moğolistan'ın Baykal Gölü güneyinde Orhun Irmağı kıyısında dikilmiş olan üç büyük taş yazıttan oluşmaktadır. Bu taşlardan iki­sinin dikiliş tarihleri 732 (Kül Tigin Anıtı) ve 735 (Bilge Kağan Anıtı)'tir. Tonyukuk Anıtı'nın 724-726 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir.
Yenisey Yazıtları, pek çok küçük mezar taşından oluşmaktadır. Tarihleri yoktur. V. yüzyıla ve Kırgızlara ait oldukları sanılmaktadır.
b. Uygur Dönemi: Eski Türkçenin Uygur Dönemin­den kalma eserler, taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşit­li metinlerle kütük basması denilen tahta harflerle ba­sılmış eserlerdir. MS 745 yılında Moğolistan'da Kök­türk Devleti'ni yıkarak bağımsız bir devlet kuran Uy­gurlar, bu bölgede geleneğe uyarak yeni taş yazıtlar da dikmişlerdir. Bu dönemde oluşturulan metinlerin en önemlileri şunlardır:
a. Altun Yaruk (Altın Işık): Budizmin mukaddes kita­bıdır. Burkancılığın (Uygurlar Buda'ya Burkan, Bu­dizm'e de Burkancılık adını vermişlerdir.) inanç ve fel­sefesini, din adamlarının menkıbeleriyle(Dini hikayeler) süsleyerek anlatan 700 sayfalık bir eserdir.
b. Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Budizm'in inanç ve felsefesini anlatan bir eserdir.
c. Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Dü­şünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): İki
kardeş arasında geçen, Burkan dinine ait bir menkı­benin hikâyesidir.
d. Irk Bitig (Fal Kitabı): Mani dinine ait Göktürk harf­leriyle yazılmış bir fal kitabıdır.
c. Karahanlı Dönemi: Eski Türkçenin Karahanlı Dö­neminden kalma önemli eserler şunlardır:
Kutadgu Bilig: "Mutlu olma bilgisi" anlamına gelen ve bir çeşit siyasetnâme özelliği taşıyan "Kutadgu Bi­lig", 1069 - 1070 yılında Balasagunlu Yusuf Has Hâcib tarafından yazılmış 6645 beyitlik manzum bir eserdir. Türklerin İslam medeniyetinin etkisinde yaz­dıkları ilk eser olan Kutadgu Bilig'de şair, "adalet", "devlet", "akıl" ve "kanaati temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle konuşturarak insan, toplum ve dev­let hayatının ideal ölçülerle düzenlenebilmesi için ge­rekli şartları ortaya koymuş; hükümdar, vezir, komutan vb. devlet adamlarının taşıması gereken ideal özellikleri belirtmiştir.
Dîvânü Lügati't-Türk: 1077 yılında Kâşgarlı Mah­mut tarafından yazılmış olan bu eser, ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Eser, Araplara Türkçeyi öğret­mek ve Türk dilinin üstünlüğünü anlatmak için kaleme alınmıştır. Türkçe sözcüklerin karşılıklarını Arapça olarak veren ve Arap grameri temelinde düzenlenen eserde, o günkü Türk dünyasına ait pek çok bilgiyi de bulmak mümkündür. Gramer ve sözcük açıklamaları; cümleler, atasözleri ve şiirler ile beslenmiştir. Eserde Türk dilinin grameri ile ilgili önemli kurallar da veril­miştir. Bu eserin Türk Dili Açısından önemi ilk Türkçe ansiklopedik tarama sözlüğü oluşudur. Eser İslamiyet öncesi Türklerin sosyo-kültürel hayatları ile ilgili bilgi kaynağı olduğu için de Türk kültür tarihi açısından da önemli bir yere sahiptir. Ayrıca İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’na ait sözlü eserleri örneklemesi bakımından Sözlü Türk Edebiyatı’nın en önemli kaynağıdır
Atabetü'l - Hakayık: Yüknekli Edib Ahmet tarafın­dan XII. yüzyıl başlarında yazıldığı tahmin edilen "Atabetü'l - Hakayık" (Hakikatlerin Eşiği), dini ve ta­savvufî konuları işleyen manzum didaktik bir eserdir.
Divan-ı Hikmet: Hoca Ahmet Yesevi'nin, "hikmet" adı verilen dörtlüklerinden XII. yüzyılda oluşturulmuş bir divandır. Yesevilik tarikatının ilkelerini ortaya ko­yan bu eserin dini, tasavvufi ve didaktik özellikleri var­dır.
ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ (HAREZM TÜRKÇESİ)
Harezm Türkçesi, XII. yüzyıldan başlayarak, özellikle XIII. ve XIV. yüzyıllarda, Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında ve Aral'ın güneyindeki Amuderya bölgesi merkez olmak üzere Batı Türkistan'da kurulup geliş­miş olan yazı diline verilen addır. Bu yazı dili, edebî gelenek bakımından doğusundaki Karahanlı Türkçesine dayanmıştır. Fakat XI. yüzyıldan beri bölgenin Türkleşmesinde önemli rol oynayan ve kuzeyden gü­neye ve Horasan'a kadar uzanan Oğuz ve Kıpçak göçlerinin ve lehçelerinin de etkisi altında kalmıştır.
Harezm bölgesinde kurulup gelişmiş olan Harezm Türkçesi, XIII. yüzyıla kadar birbirinin devamı niteli­ğinde tek bir kol halinde ilerleyen Türk yazı dilinin Ça­ğatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni dallanmaları­na kaynaklık etmiştir. Bu dallanmanın gerekli kıldığı şartlara elverişli bir ortam hazırlamış, bir ayırım nok­tası görevini yüklenmiştir. Harezm Türkçesine XIII. yüzyıl Moğol akınından sonra Moğolca bazı ekler ve sözcükler de karışmıştır. Karahanlı Türkçesini Ha­rezm Türkçesine bağlayan eserler Anonim Kur'an Tefsiri ve Kısasü'l-Enbiyâ (Peygamberlerin Kıssala­rındır. Kısasü l-Enbiyâ, 1310 yılında Nasır Rabguzî tarafından yazılmış mensur, dinî bir eserdir. Muînü'l-Mürîd (Müridlerin Yardımcısı), Revnaku'l İslâm (İslâm’ın Parlaklığı) ve Muhabbetnâme gibi manzum dinî eserlerde yer yer Oğuz Türkçesinin etkisi göze çar­par. Doğrudan doğruya Harezm Türkçesinin ürünü olan eser, 1358 tarihinde Kerderli Mahmut tarafın­dan yazılan ve büyük ölçüde mensur, dini bir eser olan Nehcü'l Ferâdis (Cennetlerin Açık Yolu)'tir.
YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ
Orta Asya ve Ön Asya Türk dünyasındaki coğrafi, si­yasi, sosyal ve kültürel değişmelerin sonucu olarak Türk dilinde Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi temelin­de farklılaşmalar meydana gelmiştir.
A. DOĞU TÜRKÇESİ (KUZEYDOĞU TÜRKÇESİ)
Çağatayca: Çağatayca, Harezm Türkçesinin yeni şartlar altındaki devamı olarak XV. yüzyıldan XX. yüz­yıla kadar Türkistan ve Altınordu bölgesinde kullanı­lan edebi Türkçeye verilen addır. Kuruluşu Timurîler (1405-1502) devrindedir. Çağatay Türkçesinin başlıca temsilcileri Sekkâkî, Emirî, Lütfî, Ali Şir Nevaî, Hü­seyin Baykara, Babür Şah ve Ebü'l-Gazi Bahadır Han'dır. Çağatay Türkçesi, XV. yüzyılın ikinci yarısın­da yaşayan Ali Şir Nevai ve XVI. yüzyılda yaşayan Babür Şah'ın eserleri ile olgunluk devresine erişmiş ve klâsik şeklini almıştır. Nevaî'nin dört divanı, beş mesnevisi ve devrinin şairlerini anlatan Mecâlisü'n-Nefâis (Nefis Meclisler) adlı bir eseri vardır. Bunlar dı­şında Türkçe ile Farsçayı karşılaştıran ve Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu anlatan Muhâkemetü'l-Lûgateyn (İki Dilin Muhakemesi) adlı eseri de ünlü­dür. XVI. yüzyılın başlarında bugünkü Afganistan, Pa­kistan ve Hindistan toprakları üzerinde büyük bir Türk Devleti kurmuş olan Babür Şah da Çağatay şiir ve nesrinin güzel örneklerini vermiştir. Babür Şah'ın, şiir­lerinden başka Vekayi adlı bir anı kitabı da vardır. Ve-kayi, dünya anı edebiyatının ön sıralarında yer alan bir eserdir. XVII. yüzyıl Çağatay Türkçesi Ebü'l-Gazi Bahadır Han ile temsil edilir. Bahadır Han, Şecere-i Türkî (Türk Şeceresi) ve Şecere-i Terâkime (Türk­men Şeceresi) adlı eserleri ile tanınmıştır.
XVIII. ve XIX. yüzyıllar Çağataycanın son dönemidir. Bu dönemde, bölge ağızlarının ve Özbekçenin yazı diline girmesi ile, XX. yüzyılda Çağatayca yerini Öz-bekçeye bırakmıştır.
Kıpçak Türkçesi (Kuzey Türkçesi, Kuzeybatı Türk­çesi): Kıpçak Türkçesi, XIII - XV. yüzyıllar arasında Altınordu, Mısır, Suriye bölgelerinde kullanılan Türkçedir. Başlıca eserleri şunlardır:
1. Kodeks Kumanikus (Codex Cumanicus) : Kıp­çak Türkçesi ile yazılmış Hristiyanlığa ait ilâhileri, bil­meceleri, Türkçe - Almanca - Latince - Farsça sözlük parçalarını içine alan bir derlemedir. Eserdeki metin­ler, 1303 yılında italyan ve Alman rahipleri tarafından Karadeniz'in kuzeyindeki Kıpçak Türklerinden derlen­miştir.
2. Hüsrev ü Şîrîn : Harezm'in kuzey kesimindeki Al­tınordu bölgesi, yazı dili geleneği bakımından Ha-rezm'e bağlı olmakla birlikte, Kıpçak Türkçesinin yay­gın olduğu bölgedir. Bu bakımdan, Altınordu bölgesi, İslâmi devir Kıpçak Türkçesini temsil etmektedir. Bu bölgede yazılan eserlerin en önemli örneği de Kutb'un yazdığı Hüsrev ü Şîrîndir. Hüsrev ü Şîrîn, Genceli Nizamî'nin aynı addaki Farsça mesnevisin­den Türkçeye aktarılıp 1341-1342-yılında yazılmış 4370 beyitlik manzum bir eserdir.
3. Gülistan Tercümesi : Saraylı Sevf tarafından 1391 yılında Sa'dî'nin Gülistan adlı Farsça eserin­den yapılmış bir tercümedir.
B. BATI TÜRKÇESİ (GÜNEYBATI TÜRKÇESİ)
Batı Türkçesi, Hazar Denizi'nin güneyinden batıya uza­nan Türk dili kolunun adıdır. XII. yüzyıl sonlarıyla XIII. yüzyıl başlarından günümüze kadar Anadolu, Kuzey Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Irak, Suriye, Adalar, Rumeli ve Kuzey Afrika'da kullanılan Türkçedir.
Batı Türkçesinin ana kolunu, Anadolu ve Rumeli böl­gesinde kurulmuş olan Türkiye Türkçesi oluşturmak­tadır.
1. TÜRKİYE TÜRKÇESİ
Türkiye Türkçesi deyimi, geniş anlamı ile, Anadolu ve Rumeli bölgesinde kurulup gelişmiş olan ve XIII. yüz­yıldan günümüze kadar uzanan tarihî devirleri içine alan Türk yazı dilini; dar anlamıyla ise, yalnız bugün­kü Türkiye sınırları içinde konuşma ve yazı dili olarak kullanılan Türkçeyi anlatır. Türkiye Türkçesi kendi içinde üç döneme ayrılır:
a. Eski Anadolu Türkçesi (Eski Türkiye Türkçesi)
b. Osmanlı Türkçesi
c. Bugünkü Türkiye Türkçesi (Çağdaş Türkiye Türk­çesi)
Eski Anadolu Türkçesi : Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan sonra XIII. yüzyıl başlarından XV. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli bölgesinde devam eden, Oğuzca temelindeki Türkçedir. Dil yapı­sı bakımından, Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Irak'taki Türkçe de Eski Anadolu Türkçesi içinde de­ğerlendirilir.
Anadolu bölgesinin geçirdiği siyasi ve sosyal gelişme­lere paralel olarak Eski Anadolu Türkçesini kendi için­de üç alt döneme ayırmak olanaklıdır. Bunlar Selçuk­lu Dönemi Türkçesi, Anadolu Beylikleri Dönemi Türkçesi ve Osmanlıcaya Geçiş Dönemi Türkçesi-dir.
Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış, başlıca eserler şunlardır:
Sultan Veled'in Türkçe manzumeleri, Yunus Emre, Kadı Burhaneddin, Nesimî, Ahmedî, Eşrefoğlu Rumî, Kaygusuz Abdal, Ahmed-i Daî, Şeyhî, Ahmed Paşa, ^ Avnî, Necatî ve Cem Sultan'ın dîvanları; Ahmed Fa- ^ kîh'in Çarhnâme'si, Şeyyad Hamza'nın Yusuf ve Ze-lîha, Hoca Mes'ud'un Süheyl ü Nevbahar, Mustafa Şeyhoğlu'nun Hurşîd ü Şîrîn, Ahmed-i Daî'nin Çeng-nâme adlı mesnevileri, Aşık Paşa'nın Garibnâme'si, Erzurumlu Darîr'in Siyer-i Nebî'si, Ahmedî'nin İsken-dernâme'si, Kul Mes'ud'un Kelîle ve Dimne Tercü­mesi, Şeyhînin Harnâme'si, Yazıcıoğlu Mehmed'in Muhammediye, Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan'ın Envâ-rü'l-Âşıkîn adlı dinî eserleri; Oruç Bey ve Aşıkpaşa-zâde'nin, Osmanlı Tarihleri; Yazıcıoğlu Ali'nin Sel-çuknâme adlı Oğuz Türkleri tarihi; Mercimek Ah-med'in Kabusnâme'si, Sinan Paşa'nın san'atlı nesir­le yazılmış Tazarruât-ı Sinan Paşa adlı dinî-tasavvu-fî nitelikteki eseri, Türk edebiyatının destanî hikâye­lerden oluşan Dede Korkut Kitabı.
Osmanlı Türkçesi (Osmanlıca) : Osmanlı Türkçesi XV. yüzyıl sonlarından XX. yüzyıl başlarına kadar Anadolu, Kırım, Irak, Suriye, Adalar, Rumeli ve Kuzey Afrika'da kullanılan Türk yazı dilidir. Osmanlı Türkçe-sinin, daha sonraki edebi gelişmelere ve yazı dili anlayışına göre az çok değişiklik gösteren 1860 - 1911 yılları arasındaki dönemi, kendi içinde Tanzimat Dö­nemi Osmanlıcası, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Ati Dö­nemleri Osmanlıcası gibi alt bölümlere ayrılabilir. Os­manlı Türkçesi, 1911'de "Yeni Lisan" hareketinin ve "Millî Edebiyat Dönemi'nin başlamasıyla sona ermiş­tir.
Eski Anadolu Türkçesinde çeşitlilik gösteren bazı gra­mer şekilleri Osmanlı Türkçesinde standartlaşmıştır. Ancak, bu standartlaşma Türkçeyi ikinci plana iten ve yabancı sözlerle gittikçe ağırlaşan bir dil olma biçi­minde şekillenmiştir. Osmanlı Türkçesi XVI. yüzyılda kuruluş dönemini kapatarak sanat bakımından en yüksek noktasına ulaşmış olduğu hâlde, yavaş yavaş dilin iç ve dış yapısı bakımından büyük değişiklikler geçirerek ağır, ağdalı bir biçime girmiştir. Daha önce­ki yüzyılların eserlerinde yer alan Türkçe sözcükler kaba ve ahenksiz bulunarak terk edilmiş, yerlerine aruz ölçüsünün kalıplarına uygunluğu da hesaba ka­tılarak bunların Arapça ve Farsçaları getirilmiştir. Arapça ve Farsçanın bu yoğun etkisi yalnız söz varlı­ğında kalmamış; bu sözcüklerle birlikte dile Arapça ve Farsça eklerle gramer kuralları da yerleşmiştir. Böyle­ce, Eski Anadolu Türkçesinin dilin iç yapısındaki izle­ri silinmiştir.
Osmanlı Türkçesinde şiir dili, çok işlenmiş ve çeşitli na­zım şekilleriyle yüzlerce eser meydana getirilmiştir. Fu­zuli, Baki, Nabi, Nefi, Nedim, Şeyh Galip gibi nice şah­siyet, "Türk şiirinin klasikleri" diyebileceğimiz ölümsüz şiirler yazmışlardır.
Nesir dilinde, sade nesir dili ile yazılmış eserler yanın­da, "seçili nesir" denilen süslü, sanatlı ve ağır bir ne­sir diliyle yazılmış eserler de vardır. Osmanlı yazarla­rı genellikle ustalık göstermek istedikleri zaman sa­natlı ve ağır nesir dilini, öğretmek ve yararlı olmak is­tedikleri zaman da sade nesir dilini kullanmışlardır. Tanzimat Devri (1839 - 1896)'nde Osmanlı yazı dili­nin sadeleştirilmesine yönelik çalışmalar başlamışsa da Osmanlıcanın, yüzlerce yıllık geçmişi olan bir im­paratorluk geleneğinin yazı dili olmasının getirdiği alışkanlıklardan ötürü bu sadeleşme çabaları büyük bir sonuç vermemiştir.
Servet-i Fünûn Devri yazar ve şairleri, duygu ve dü­şüncelerini bütün incelik ve derinliği ile aksettirebile­cek hünerli bir dil ve üsluba ihtiyaç duymuşlar; bunu gerçekleştirebilmek için de sözlüklerden çıkardıklarıterk edilmiş sözcüklerden yararlanıp bunlardan yeni türetmeler, yeni isim ve sıfat tamlamaları yapmışlar­dır. Böylece, Arapça ve Farsça sözcüklerle kurallar, yeni bir görünümde tekrar ortaya çıkmış; cümle düze­ninde de değişiklikler yapıldığından dil iyiden iyiye ağırlaşmıştır. Bu ağır dil Fecr-i Âti Dönemi'nde de devam etmiştir.
Bugünkü Türkiye Türkçesi (Çağdaş Türkiye Türk-
çesi) : Bugünkü Türkiye Türkçesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dili olan Türk yazı dilidir. Irak, Suriye, Kıbrıs ve Balkanlar'da yaşayan Türklerle çeşitli ülke­lere göç etmiş Türkler de bu yazı dilini kullanmaktadır.
Günümüz Türkiye Türkçesi, halkın konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma ilkesini benimsemiş ve bun­da da başarıya ulaşmış olan Yeni Lisan hareketinin ürünüdür. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem gibi yazarların öncülüğünde 1911 yılında Se­lanik'te yayımlanmaya başlanan "Genç Kalemler" dergisi, bu hareketin yayın organı olmuştur.
"Yeni Lisan" hareketi, yazı dilini, Os­manlı Türkçesinin bütün kuralların­dan temizleyip İstanbul Türkçesine dayanan milli bir yazı dili yaratma hedefine yöneldiğinden, kısa za­manda benimsenip yaygınlaşmış; bugünün yazı dilini oluşturan temel gelişmelerin gerçekleştirilebilmesine uygun bir ortam yaratılmıştır

Türkçenin bugünkü şeklini almasında "Yeni Lisan"dan sonraki aşama "dil devrimi"dir. Dil devrimi, Yeni Li­san hareketi ile ulaşılan aşamayı daha da olgunlaştır­ma, dil konusunu, gelişme şartları bakımından çok yönlü ve sağlam bir fikir temeline yerleştirme amacı­na dayanan bir dil hareketidir. Bu bakımdan 1928 yı­lında Lâtin alfabesinin kabulü ve 1932'de Atatürk'ün dil devrimini başlatmasıyla Türkiye Türkçesi, dilin kişi­liğini ve tarihi zenginliğini ortaya koyacak yeni bir araştırma ve geliştirme programına bağlanmıştır. Bu program gereği, Türkçede eğreti kalmış, dilin yapı ve işleyişine ters düşen pek çok yabancı sözcük, tamla­ma ve kural, dilden atılarak yerlerine Türkçe şekil ve karşılıklar getirme yolu tutulmuştur. Türkçe eklerle te­rim yapma işi de ilk defa bu dönemde ele alınmıştır.
2. AZERİ TÜRKÇESİ
Azeri Türkçesi, Güneybatı Türkçesi (Batı Türkçesi)nin Kuzey ve Güney Azerbaycan bölgelerinde konuşulan koludur. Azeri yazı diliyle Türkiye Türkçesi arasında büyük bir dil ayrılığı yoktur.
Azeri Türkçesiyle eser vermiş başlıca şair ve yazarlar şunlardır:
XVIII. yüzyılda Molla Penah Vâkıf; XIX. yüzılda Mir­za Fethali Ahundzâde, XX. yüzyılda Hüseyinzâde Ali, Celil Memmedguluzâde, Uzeyir Hacıbeyli, Ab­bas Zamanoğlu, Süleyman Rüstem, Bahtiyar Va-hapzâde, Muhammed Hüseyin Şehriyar, Bulut Karaçorlu Sehend.
3. TÜRKMENCE
Türkmence, Güneybatı Türkçesi (Batı Türkçesi)ni oluş­turan Oğuzcanın doğu kolu ve 1991 yılında bağımsız­lığını kazanmış olan Türkmenistan Cumhuriyetinde kullanılan yazı dilidir. Özbekistan, Tacikistan, Kazakis­tan, Karakalpak, iran, Afganistan vb. bölgelerde oturan Türkmenler de Türkmence konuşur.
Türkmenler, batıya göç eden büyük Oğuz kitlesiyle Anadolu'ya gelmeyip Türkistan'da kaldıkları için yazı dilleri, özellikle şekil bilgisi bakımından büyük ölçüde Doğu Türkçesinin etkisinde kalmıştır.
4. GAGAVUZCA
XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar Kuzeydoğu Bulga­ristan'da yaşayan Gagavuzların dili olan Gagavuzca, Güneybatı Türkçeleri grubunda yer alan küçük bir kol­dur. Bugün toplu olarak Moldavya'nın güneyinde, Be-sarabya'nın Komrat, Çadır, Kangaz, Tarakliya bölge­leriyle Bulgaristan'ın Varna, Dobruca, Vombal yerle­şim bölgelerinde ve Romanya'nın Dobruca'ya yakın yerlerinde yaşayan, dağınık olarak Yunanistan, Ma­kedonya ve Ukrayna'da oturanları da bulunan Gaga­vuzlar, Hristiyanlığın Ortodoksluk mezhebindendirler.