13 Ekim 2010 Çarşamba

HÜMANİZM

“Hümanizm, insana ve insan değerlerine en büyük ağırlığı veren düşünsel yaklaşımdır.”
Hümanizm terimi ilk kez XIX. yüzyılda Alman araştırmacılar tarafından kullanılmıştır ancak kökeni çok daha eskilere dayanmaktadır. Humanismus sözcüğü XV. Yüzyılda İtalyanlar tarafından beşeri bilimleri anlatmak (studias humanitatis) ve ilk çağ yazını üzerinden uzmanlaşmış öğrenciler için kullanılmıştır.
Hümanizmin köklerini Yunanistan’da bulduğunu söylemek bir anlamda yanlış olmayacaktır. Yunan filozof Protagoras “Her şeyin ölçüsü insandır.” demiştir ki bu cümle hümanizmin temel ilkelerini özetlemekte yeterlidir. Zaten hümanizmin esin kaynağı Eski Yunan ve Latin edebiyatları ile felsefesidir.
Hümanizm akımı Rönesans devriyle birlikte Avrupa’da gelişmiş, başlarda din karşıtı bir akım olarak taraftar toplamıştır. Bunun sebebi hümanizm öğretisinin Hıristiyanlıkla çelişen Eskiçağ’ın din dışı değerleriyle yoğrulmuş Yunan ve Latin edebiyatı ve felsefesi olmasıdır. Sonralarda Rönesans hümanist akım mensupları dinlerine oldukça bağlı Hıristiyanlar olarak kendilerini gösterseler de bahsi geçen Yunan ve Latin edebiyatı ve felsefesi metinlerine karşı duydukları saygıyı yitirmemişlerdir. Hatta XIV. yüzyıl sonralarında hümanizm öğretisinin tamamıyla bu metinlerin temel alındığı gramer, şiir, tarih ve ahlak felsefesi içeren bir öğreti haline geldiği söylenebilir.
Hümanizmin temellerini XIV. yüzyıl edebiyatçısı Francesco Petrarca atmıştır. Petrarca, klasik kültüre ulaşmanın temel aracının dil öğrenimi olduğunu söylemiştir. Kendisi, Sokrates’in “Kendini bil” komutunu benimsemiş, bunu başarmaya çabalamıştır. Petrarca’nın
eski metinlere olan bu ilgisi bu metinlere genel bir ilgi uyandırdı. İnsanlar bu metinleri okuyup taşıdıkları ruhu canlandırmaya çalıştılar ve bu da temel hatlarıyla hümanizm akımını oluşturdu.
Hümanizmin insani değerlere odaklanması ise Aydınlanma Çağı’nda gerçekleşti. Bu çağın düşünürleri, evrenin bazı temel kurallara bağlı kalarak yaşadığını, insanın akıl yoluyla bu kuralları kavrayabileceğini ve bunun sonucunda da bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşacağına inanmaktaydılar. Tabi düşünürlerin buna inanmasında bilimin rolü büyüktü. Descartes, Galileo Galilei, Kopernik, Sir Isaac Newton Aydınlanma Çağı bilim adamlarının önde gelenlerindendir. Newton’un yerçekimi kanunu bulması, zaten evrenin basit yasalarla işlediğine inanan hümanist düşünürleri insanların hayatına mutluluk ve zevk getirecek yeni temel yasalar aramaya itti. Locke, Rousseau, Hume, Hobbes, Beccaria dönemin ünlü düşünürleriydi.
Hümanizmin birçok temel prensibi vardır. Hümanist düşünürler realisttirler. Hayatın her yönünü keşfetmeye çalışır, hiçbir düşünceden kaçmazlar. Yine bu bağlamda insanı olduğu gibi, bütün yönleriyle onaylar, kavramaya çalışırlar. Hümanizm, insanı bu denli gerçekçi bir biçimde kabul etmesi ve incelemesinin sonucunda onun en karanlık yönlerini, derinlerde yatan çelişkilerini ortaya çıkarmıştır.
Hümanistler mevcut hiçbir doktrini takip etmemiş, bütün dogmaları sorgulanabilir kılmışlardır çünkü anlamanın ve düşüncenin kişiden kişiye değişeceğine inanmaktaydılar. “Her çeşit dogmacılığa götüren yoku kesen öğe, işte bu somutça insancıl olanı tanımaktı.” Bunun da sonucu olarak herkes kendi davranışlarından sorumlu oluyordu. Böyle bir anlayışın varolabilmesi için hümanizmin temellerine hoşgörünün yerleştirilmesi şarttı. Nitekim bugün hümanizm deyince akla ilk gelen kavram hoşgörüdür. Hümanizm her türlü düşünceye, fikre hoşgörüyle yaklaşılmasını öngörür. Yalnızca temelinde mantık olmayan düşünceler hem düşünen hem de o düşüncenin yayılacağı kitleler için tehlikeli kabul edilir.
İnsanı en yüce değer olarak kabul eden hümanizmin “demokrasi” ve “hürriyet” kavramlarına ne kadar önem verdiği aşikardır. Bu akım düşünce hürriyeti olmadan bireyin gelişemeyeceğine inandığından düşünceyi – yukarıda da belirttiğim gibi – özgür kılmıştır.
Genel hatlarıyla hümanizm yukarıda anlatıldığı gibi bir akımdır.