5 Aralık 2010 Pazar

Samipaşazâde Sezai (1860 - 1936)


Samipaşazâde Sezai, babasının Taşkasap Semti'ndeki büyük konağında doğmuş, ço¬cukluk ve ilk gençlik yıllarını eserlerinde derin izler bırakan bu konakta geçirmiştir. Bu ko-nak, devrin İleri gelen kültür ve edebiyat adamlarının toplantılarına sahne olan bir ko¬naktı. Konağa devam edenler arasında Ziya Paşa, Ali Süavi, Ahmet Velik Paşa vardır. Çamlıca'daki köşkleri ise, devrinde "bir mekteb-i edeb" (edebiyat okulu) diye ün kazanmıştır. Samipaşazâde Sezai Çamlıca'da Abdülhak Hamit ve Recaizâde Ekrem ile tanışmıştır. Yazı yaşa¬mına on dört yaşında ailesinden gizli olarak Kamer adlı bir der¬giye yazı göndererek başlamıştır. İngiltere, Özellikle Londra onun edebî ufkunu genişletmiş, ingiliz edebiyatını, bilhassa Shakespeare'i okumuştur.
İstanbul'da geçirdiği 1886-1901 yılları, Samipaşazâde Sezai 'nin edebî hayatının en verimli dönemi olmuştur. 1888'de Sergüzeşt'i, 1891'de Küçük Şeyler'i, 1898'de Rumûzu'l Edeb'i yayımlamıştır. Sergüzeşt'te "esaret ve hürriyet" kavramlarını işlediğinden takibe alınmıştır.
Samipaşazâde Sezai, Tanzimat'ın ikinci nesline mensuptur. Abdülhak Hamit ve Rezaizâde Ekrem gibi o da Namık Kemal'in etkisinde kalmış, ömür boyu düşüncelerinin ateşli bir savunucusu olmuştur. Samipaşazâde Sezai, edebiyatımızda genellik¬le "Sergüzeşt" yazarı olarak bilinir. Bu şöhret onun hikayeci ve denemeci yönünü gölgede bırakmıştır. Halbuki onun asıl çığır açan ve Servet-i Fünûncuları etkileyen eseri "Küçük Şeyler" adlı kitabıdır. Samipaşazâde Sezai, romantik bir mizaca sahip¬tir, fakat realist akımın da etkisinde kalmıştır. Bunu hikâyelerin¬de olduğu kadar gezi notlarında, hatıra yazılarında da görebili¬riz.
Bu bakımdan Samipaşazâde Sezai'yi Türk edebiyatında ro-mantizmden realizme geçişi hazırlayan bir yazar olarak da de¬ğerlendirmek yerinde olur. Samipaşazâde Sezai, hiç şüphesiz Halit Zİya'dan önce İlk büyük üslup ustamızdır. Fakat o Halit Zi¬ya gibi Türk dilinin grameri üzerinde sistemli bir şekilde düşün¬mediğinden, cümleleri Halit Ziya'nınkiler kadar sağlam değildir.
Samipaşazâde Sezai, Servet-i Fünûnculardan önce Sergü-zeşt'te aktüel bir konuyu estetik bir şekilde işlemiştir. Samipa-şazâde Sezai, Türk romanında İnsan-mekân ilişkisini İlk olarak dengeli bir şekilde kuran romancımızdır. Romanın tenkit edile¬bilecek yönü, romantik bir tutumla ele alınan "cariyelik/köle¬lik" meselesinin sadece doğuya özgü bir kurum gibi gösteril mesidir. Samipaşazâde Sezai. Amerîka'daki köleliği, Avru pa'nın sömürgeciliğini görmezlikten gelmiştir.
Türk romanında cariyeler, aile içindeki konumları itibarıyla ge-nellikle rahat, iyi ve olumlu yönleriyle sunulurken Samipaşazâ¬de Sezaî, Sergüzeşt (1889) romanında bu sınıfın dramatik ve trajik durumunu öne çıkarmıştır.,
Romanlarda sadece Çerkeş cariyelere değil, zenci erkek köle-lere de yer verilmiştir. Cevher bu romanda hayatı hikâye edilen erkek köledir.
Sergüzeşt, Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine geçiş dö¬neminin yaşayış tarzını bir konağın günlük hayatı içinde ve rea¬list bir şekilde verir.
Gerek karakter ve gerekse mekân tasvirlerinde romancı, ge-nellikle, realisttir. Fakat romanda, yer yer romantik bir atmosfer de göze çarpar. Bu hali ile eser, romantizmden realizme geçi-şin romandaki ilk denemesi olarak kabul edilebilir.
Sergüzeşt'in dilinde tam bir istikrar yoktur. Birçok yazısında Türkçenin sadeleştirilmesine taraftar olduğunu söyleyen yaza¬rın, betimleme ve analizlerde, Türkçeden uzaklaştığı görülür. Üslûpta Namık Kemal'i izlese de, eserlerinde özensiz bir üslûp görülmektedir.
Bir paşanın oğlu ile bir cariyenin aşk macerasını anlatan Ser-güzeşt, o zamanlar artık kapanmak üzere olan bir devrin; cariyeli, köleli büyük konak hayatının, Türk romanındaki en başa¬rılı örneğidir. Yazar, bu hayatın bizzat içinde yaşadığı için, ge¬rek kahramanları ve gerekse olayları anlatmada, kendi gözlem¬lerinden bol bol faydalanmıştır. Babasının kırk cariyeli konağı, hayatları bile kendilerinin olmayan bu insanların o devirde en iyi eğitim gördükleri yerlerdendir. Nitekim romanın kahramanı Dilber'in, bu konağa satıldıktan sonra, eğitimine, Öğrenimine çok dikkat edilmiş; Dilber'e piyano ve Fransızca öğretilmiştir. Fakat cariyelerin satıldığı her yer, elbette ki, bu konak gibi de¬ğildir. Romanın ilk kısmında, hemen her cariyenin hayatında yer alan bu kölelik ıstırapları anlatılır. Ancak yazar, yakın çevre¬sinde görmediği için kendi gözlemleri dışında kalan bu ıstırap¬ları anlatabilmek için başka kaynaklara başvurmuş, Victor Hugo'nun Sefillerinden faydalanmıştır. Dilber'in konağa gelme¬den önceki ıstıraplı hayatı ile Sefiller'deki Cosette (Kozet)'İn ço¬cukluk hayatı arasında sıkı bir yakınlık kurmuştur. Dilber'in çek¬tiği acıları Sefiller'den edindiği bilgi İle yansıtmıştır.
Samipaşazâde Sezai, kölelik kurumunun sorunlarını bireysel ve sosyal dramlarını bu romanda çok etkili, vurgulu ve eleştirel bir biçimde işlemiştir. Romanda kadın (Dilber) ve erkek (Cev-her) kölelerin insanî dramları sergilenirken konu, bireysel ve sosyal planda ele alınıyor.
Yazar, romanda insanın hayvan gibi alınıp satılamayacağını, herkesin doğuştan getirdiği bir hürriyete sahip olduğunu, esir bile olsa insanın kendine ait bir yaşantısı, duygusu, düşüncesi, sevgisi, kalbi olduğunu öne çıkarmaya çalışmıştır.
Samipaşazâde Sezai, Sergüzeşt'te çaresiz, savunmasız, aciz, zavallı, yapayalnız ve sahipsiz kölelerin dramını dile getirerek onların savunmasını yapmıştır âdeta. Bunu daha çok romantik bir kurgu İçinde okuyucuların merhamet duygusuna seslene-rek dillendirir. Dilber'in satılması ve sonrasında gittiği yerdeki yalnızlığı ve karşılaştığı insanî olmayan davranışları görebiliyo¬ruz. Edebiyatımızda ilk defa Samipaşazâde Sezai tarafından Sergüzeşt romanı İle eleştirilen kölelik kurumu, günümüzde ta¬mamıyla ortadan kalkmıştır. Artık Dilber gibi birisine günümüz¬de rastlamak olanaksızdır. Bu yönüyle Sergüzeştin yazıldığı dönemle sıkı bir ilişkisi varken aynı şey günümüz için geçerli değildir.
Yazar, dönemi içinde yürürlükte olan kölelik konusunu duygu-sal (romantik) bir atmosferde işlemiş ve köleliğin insan İçin ne denli kötü olduğunu ortaya koymuştur. Romanın yazılış amacı da budur.
Romanda anlatılan olaylar Tanzimat döneminde yaşanan olay¬lardır. Dolayısıyla roman, dönemin gerçekleriyle uyuşmaktadır. Romandaki kişiler o günün ortamında insanların karşılaşabile¬ceği kişilerdir. Romanın konusu toplumun yaşadığı olaylardan seçilmiş, böylece romanın toplumsal gerçekleri yansıtabilmesi özelliğinden yararlanılmış, romanla sosyal yaşam arasında iliş¬ki kurulmuştur.
Olayların gerçeklerle örtüşmesi, mekanların toplumun içinden seçilmesi, kişi-olay ve mekan arasında bütünlüğün olmasını sağlamıştır.
Samipaşazâde Sezai, o güne kadar ele alınmamış bir konuyu, cariyelik ve kölelik konusunu, işlediği için Sergüzeşt, diğer eserlerle tema bakımın bir benzerlik göstermez. Sergüzeşt, Ah¬met Mithat Efendi'nin Letâif-i Rivâyât adlı hikâye kitabındaki Esaret adlı hikâye ile tema bakımından benzerlik gösterir.

Eserleri: Sergüzeşt (roman) ve Küçük Şeyler (hikâye)